Dukhalar

Dukhalar Tuva’dan gelen Uzak Moğolistan’ın kuzeybatı sınırında Sayan Dağları’nda Hovsgol ilinde yerleşik rengeyiği yetiştirici kabilesi. Mevsimlik göçerlik yaşıyor, kışın da yayladan kışlağa iniyorlar. Moğol komşuları onlara Sataanlar  (Rengeyiği Yetiştiricileri) derlermiş. Erken tarih kayıtlarında Taygun İrged (Tayga Yurttaşları) ve Oyin İrged (Orman Yurtttaşları) olarak geçiyorlar. Tayga Asya’nın kuzeyinde iğne yapraklı bitkilerin oluşturduğu orman  kuşağına verilen ad. 13. yüzyıl kaşiflerinden biri onların dağ ineklerini sütleri, etleri için beslediğini, ulaşımda kullandığını anlatıyor. Daha sonra Cengiz Han buralara geliyor ancak kansız şekilde sadece onlardan kürk almakla yetiniyor. Komşu Tuva Cumhuriyetinde yaşayanlarla akrabalık bağları var.  1947 de Sovyet kollektivizminin geyiklerini ellerinden alacakları korkusuyla Tuva’dan kaçtılar. Ancak yine de 1950-1980 arasında kollektivizm ve diğer Sovyet tarım reformlarına maruz kalmaktan kurtulamadılar. Yaşlılar yine de rengeyiği yetiştirmeye devam etti ancak gençler ve çalışma yaşındakiler büyük Sayan Nur (Büyük Göl) de balık fabrikalarında çalışarak göçebeliğe son verdiler. Dukhaların av ve toplanma bölgeleri devlet arazileri olarak ilan edilerek hakları, arazi ve geyik toplama bölgeleri kooperatifleştirildi. Zorla kollektifleştirme ötesinde Dukhalar bir de Moğol asimilasyonuna da maruz kaldılar. Geleneksel şamanist ve animistik uygulama ve seremonileri devlet yasalarıyla yasaklandı ve gelenek ve tayga hayat tarzları terke zorlandılar. 1980 de Sovyet Glasnost ve Perestroyka politikalarıyla geleneksel hayat tarzları devlet yetkililerince tanınmaya başlandı.  Ancak bu sefer de maaşla çalışanlar diğer Sovyet ülkelerinde olduğu gibi işsiz ve meteliksiz kaldılar. 1990 daki demokratik reformlarla rengeyiklerine tekrar kavuştular ancak geçinmek için bir bölümünü satmak, takas etmek ve kesmek zorunda kaldılar. 1999 da Totem Halklarını Koruma Projesi adlı bir sivil toplum kuruluşunun dikkatini çekmeye başladılar. Bundan sonra rengeyikleri sayısında azalma durdu.


Bugün 200 Dukha göçebe 37 aile halinde Moğolistan’ın Hovsgol ili, Darhad çöküntüsünde, yüksek dağlarda, 650 baş rengeyikleriyle Batı Orman ve Doğu Orman olmak üzere iki bölgede yaşıyorlar.  Batıdakiler kış, ilkbahar, yaz ve sonbaharda yılda 10 kez göç ediyorlar. Doğudakiler ise 4-6 kez göç ediyor ve daha az geleneksel göçebe hayatı yaşıyorlar. Geyik besleyiciliğinin yanında geyik ve at topluyor, at da besliyorlar, avcılık da yapıyorlar. Bir yandan da kışın çocuklar okulda okuyor… Gençlerin eğitimi gelenekselin dışına çıktığına göre bir zamanlar ülkemizde de bulunan bizim yerli göçerler gibi istikbalin ne olacağı belli; eriyecekler ve yerleşecekler. Yatılı okula gönderdikleri ve orada daha fakir pozisyonda görünen çocuklarının öğretmenler tarafından sert muamelelere kalmalarından şikayetçiler. Çocuklar ana Tuan dillerini unutmakta ve daha çok Moğolca konuşmakta. Cambridge Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Elisabetta Ragagnin’e göre “Şu anda (2014 Ekim) Dukhacayı 200-250 kişi kullanıyor. Genç Dukha Türkleri, artık Moğolcayı tercih ediyor”. Ragagnin,Dukha Türklerinin tehlike altındaki dilinin kaybolmaması için  3 dilde masal kitabı hazırlıyor.

Şikayetler bunlarla kalmıyor. Mesela ormanlardan yere düşmüş rengeyiği boynuzlarını topladıklarında para cezasına maruz kalıyorlar. Maden aramaları ve çıkarmaları Dukha hakları gözetilmeden yapılıyor.  Helikopterlerle sıkça gelen ve uzun süre kalan çok sayıda turistler otuglarındaki (otak) Dukhaları rahatsız ediyor, avlanma, geyik toplama, otlatma gibi yaşama mücadelerinde sıklıkla kesintilere neden oluyor. Turistlerin faydası ise az miktarda elişi hediyelik eşyalarını satarak ek gelir elde etmeleri.

Moğolistan’a Tuva’dan gelen, avlarını paylaşan, ormanlardan yemiş toplayan, doğayla uyumlu ortaklaşmacı bir toplum olan Dukhalar, Sayan Dağları’nda yaşayan ve nesli hızla tükenen rengeyikleriyle birlikte göçebe olarak yaşıyor. Göç zamanı geldiğinde taygada hayat birden hızlanıyor. Çadırın içindeki eşyalar önce ortaya seriliyor, kumaşı soyuluyor ve toplanıyor; sonra çadırın sırıkları yere koyularak obada bırakılıyor. Bu sırıklar önümüzdeki sene eğer hâlâ sağlamsa tekrar çadırın yapımı için kullanılacaktır.

Rengeyiklerinin sütü ve peyniriyle, topladıkları yaban yemişleriyle beslenen bu topluluğun Türk dilini konuşması dikkat çekiyor. Şaman inançlarını sürdüren Dukhalar, doğa ile çok özel ilişkiler içindeler. Kirlenmesin diye nehirlerde ellerini bile yıkamıyorlar. İslamiyet öncesi dönemlerde Türkler temizlik için suyu hiç kullanmazlar deniyordu. Bu gerçi mümkün değil; Dukhalar nehirde sabun ve deterjan kullanarak temizlenmiyorlar. Suyu mutlaka bir kovayla dışarı alarak temizlik için kullanıyorlar. Nehir tertemiz… İhtiyacı olan bitkileri ziyan etmemek için yeter miktarda topluyorlar. Çevre ile şefkatli bir bağları var. “Çevrende gördüğün her şeyin bir ruhu vardır” diyorlar. Göçün zamanı ve hedefini ren geyiklerinin ve ihtiyaçları olan gıdanın tayin ettiği açık ama artık başka unsurlar da sıraya girmiş gibi görünüyor.

Atlas Dergisi Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek ve fotoğrafçı Selcen Küçüküstel, Moğolistan’ın kuzey sınırındaki Sayan Dağları yamaçlarında yaşayan ve Türkçe konuşan ‘Dukha’ adlı toplulukla 2 ay geçirmişler. Yüksek ve Küçüküstel, dünyada benzeri olmayan özellikleriyle Türklerin en saf, en eski sırlarına sahip olduğunu belirttikleri Dukhaların çadırına konuk olmuşlar. Topluluğu inceleyen Yüksek ve Küçüküstel ‘Dukha Halkı Kayıp Türkler’ belgeseli hazırlamışlar. Belgeselde Dukhaların ren geyiği bakımındaki ustalıkları, coğrafyadaki rolleri, taygada sürdükleri hayat sayfalar boyu en ustaca çekilmiş fotoğrafların eşliğinde tasvir ediliyor.

Dukhalar için dünyadaki insanlardan çok farklı yaşadıklarını söyleyen Özcan Yüksek anlatıyor:

“Tarihöncesini yaşayan ve bizimle aynı dili konuşan bir toplumla karşı karşıyayız Bundan 10 bin yıl önce insanların yaşadığı şekilde yaşıyorlar. Her şeyi ortaklaşa paylaşıyorlar. Aralarında eşitlikçi ilişkiler var. Suç işlenmiyor. Kadın erkekten ya da erkek kadından üstün değil. Rengeyikleriyle birlikte onların vahşi göç yollarında onlarla birlikte dolaşıyorlar.

Adı yoktu, çünkü başlangıçtı, başlangıcın yeri. Hiç gitmediğim ama yalnızca adı konulmamış olduğu için düşlediğim, hep gitmeyi arzuladığım bir yerdi ve aklımın gözlerinde hiç silinmeyen bir manzaraydı. Üçgen biçiminde bir öbek çadır, ırmağın bu tarafında, bir öbek çadır o tarafındaydı. Bir gün geldi, yolculuklarım beni o adsız vadiler kavşağına götürdü. Orayla karşılaştığımda ve çadırlardan çıkanlarla kalp kalbe kucaklaştığımda, düşlediğim her şeyin birer birer gerçek olduğunu fark ettim. Denizler uzaklardaydı. Yeşil köpükler gibi püsküren ardıçlarla süslü, dalga dalga çalkalanan yumuşak dağların içinde, yelkenliler gibi oynaşan ak kumaşlı çadırlar arasındaydım. Biraz oyalandıktan sonra, bu adsız kavşağın asıl sahiplerinin, üçgen çadırlardan çıkan ve başlangıca ait bir dille benimle konuşan, çekik gözlü, çıkık şakaklı insanların değil, görkemli boynuzlarıyla göğü tırmalayarak sürü halinde obaya giren rengeyiklerinin olduğunu anladım. Çünkü onları uzaktan görür görmez, her çadırdan ikişer üçer kişi o rengeyiklerine doğru koşmaya başladı, onları coşkuyla kucakladı, kadife kaplı boynuzlarını okşadı, boyunlarını kokladı, gözlerini öptü.

Dünya üzerinde, aynı dili konuşan bir halk gökdelenlerde yaşarken, bankaları, otomobilleri, fabrikaları, polisleri, tankları, okulları varken, diğerleri, rengeyikleriyle ve tüm bunlardan habersiz yaşıyor.

Sayan Dağları’nda yaşayan “Kayıp Türkler” bizim ve bütün insanlığın başlangıcıdır bir anlamda; insanın kaybolmuş özüne sahiptir. Aralarında eşitliğe dayalı, her şeyi paylaştıkları, hiyerarşisiz, özgür, ortaklaşmacı bir ilişki vardır. Dukhalarda, zengin yoksul, suçlu suçsuz, yukarıdaki aşağıdaki yoktur.”  

Yeditepe Üniversitesi Kültürel Antropoloji Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi Selcen Küçüküstel gitmeden yerel lehçeyi de bir hayli çalışmış. Ata binmeyi biliyor, sıradan gazeteci ve gezgin değil. Atlas dergisi grubunun en önemli özelliği bu; Selcen’in yerel halkla kurduğu ilişki, coğrafyayı tanımlaması ve tanıtması eşsiz. Dukhalarla çok çabuk anlaşmış, bir hafta içinde günlük düzeyde konuşabilecek duruma gelmişler. Küçüküstel’e göre, Dukhalar Türkçe kökenli bir dil konuşuyorlar ve dilleri kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya.
Tanımadığımız Kıpçak grubundan bir lehçeyle konuştukları anlaşılan Dukhaların İsveç’te yerleşik Skanlar gibi batık Mu kıtasından Kuzey Asya’ya kaçabilmiş Ön Türklerden gelmiş olmaları yönünde iddialar vardır.
KAYNAKLAR:    http://www.culturalsurvival.org/publications/cultural-survival-quarterly/mongolia/following-white-stagthe-dukha-and-their-struggle-s

http://www.kesfetmekicinbak.com/category/detay.aspx?haberid=3204&AspxAutoDetectCookieSupport=1

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1106354&CategoryID=41

http://videonuz.ensonhaber.com/izle/kayip-turkler-dukhalar-in-yasamindan-kesitler

http://www.atlasdergisi.net/category/detay.aspx?haberid=3221&AspxAutoDetectCookieSupport=1#


Dukha Türklerinin masalları kitaplaşacak. Hürriyet. 18 Ekim 2014. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27412191.asp

Alıntıdır.https://bpakman.wordpress.com

Comments