Keçi Türküsündeki Şiddet


“Keçi türküsü” manasına gelen tragedya sanatı Dionysos onuruna kutlanan Kentsel Dionysia Bayramının önemli bir parçasıydı. Elaphebolion ayının 9. gününde başlayan ve 13. gününe kadar devam eden bu bayram beş ya da altı gün sürerdi. Bu bayramın ana sahnesi sparagmos olarak isimlendirilen bölümdü; canlı bir hayvanın parçalanması, etinin yenmesi ve kanının içilmesini içeren kanlı ritüellerdi.

Tra­gedya, Dionysos için yapılan kutlamalarda hay­vanlara ve doğaya yakılan türkülerden kaynaklanır. İlk etapta bu bir çelişki gibi görünebilir ancak daha ziyade bir ironi olduğu kabul edilmeli­dir. Çünkü Dionysos ritüelleri diğer kutsallar için düzenlenen ritlerden kanlı ve kültürdışı olması nedeniyle çok farklıdır. Bu ritüeller büyük bir es­rime ve şiddet içermekte ve kurban için getirilen hayvanların parçalanmasıyla sona ermekteydi. Ve bu anlamıyla doğası gereği Apollonik olan tra­gedya kahramanlarının dramları, Dionysos ritle­rinde parçalanan hayvanların yerini almaktaydı. Ve hatta tragedyaların baş rollerini üstlenmiş ka­rakterlerin yıkımı, arkaik ritüellerde gerçekleşen hayvan ve insan kurbanları hatırlatıyordu. Şiddetin kültürlenmiş formlarını bireyler üzerinden izleyiciye aktararak benzer katharsisi yaşatıyordu. 

Tragedyaları Dionysiaklaştıran iki nokta gözden kaçırılmamalıdır; birincisi Tragedyaların kahra­manlarının çoğunun erkek olmasıdır. İkincisi ise hiç bir Tragedya’nın Dionysos’un doğal taraftarı olan halkı konu edinmemesi olayı; dekadanı ve aktö­rü Apolloncu toplumun içinden, aristokrat ya da burjuvalardan seçmesidir. Bu seçimlerin Diony­sosçu-Apolloncu sınıf çatışmasını da içerdiği söy­lenebilir. Dionysosçu sınıfın çöküşünü görmek is­tediği gözde aktörler, Apollonik sınıfın üyeleriydi.

Tragedyaların Apollonik fonksiyonlarına en iyi örnek Aiskhylos’un Persler isimli tragedyasıdır. MÖ 480 yılında Kserkses’in Atina’yı yakıp yağ­malamasından sonra, Persler tragedyası, düşmüş olan Yunan gardını yenileyecek bir misyon üst­lenmiştir. Hiç yenilmez zannedilen Atina, çok uzaklardan gelen “barbarlar” tarafından istilaya uğramış, psikolojik olarak Atinalı ruhunu çökert­mişti. Perslere karşı kazanılan bir başka savaş Salamis ve ardından MÖ 472 yılında yazılan ve halka okunan bu tragedya, ulusal kimliğin yeni­den inşa edilmesi ve halkın güven tazelemesi için önemli bir rol üstlenmişti. Aiskhylos, Yunan eli­ne gönderdikleri ordu ile Perslerin büyük bir za­fer beklerken kötü haberi almalarıyla işe başlıyor. Perslerin kendi ağızlarından felaketi tragedyası­na taşıyor ve Salamis zaferini onların dilinden Atinalılara yeniden yaşatıyordu. Kaybettikleri bütün savaşların intikamını, Atinalılar bu tra­gedya ile alıyorlardı adeta:

“Tekneler alabora oldu. Gemi batığından
Kanlı cesetlerden deniz görünmüyordu
Kıyı kayalıkları bütün ölülerle doldu.
Kargaşa içinde bütün barbar donanması
Hızla kaçmaya başladı.
Bu sırada Yunanlılar ton balığı avlar gibi, ya da
Ağa tutulmuş avı silkelercesine
Ellerine geçirdikleri kırık küreklerle
Enkaz parçalarıyla vuruyor bellerini kırıyorlardı.”

Tragedya ve Kadın Kahramanların Şiddeti
 Tragedyanın en dikkat çeken kadın karakteri Medea’dır ve şiddetin en serti onun elinden çıkmıştır. Genel olarak tragedyalar­da kadın karakterler ve onların ifade ettiği duygular bir bulutun ardına gizlen­miş olarak sunulmaktadır. Tra­gedyaların Dionysiak karanlığı onların eylemlerinde kendisini ifade eder ve onların eylem­leri Apollon’un akıl kültürünün aksine akıl dışılığa giden “kraliçe yolları”dır. Tragedyala­rın yazarı erkektir; din­leyeni-izleyeni ve jürisi de erildir(erkek). Kadın karakter­lerin anlaşılmaz doğaları erkeğin somut aklından çıkma birer mittir. Bu kadınlar, eril iktidarın ve ataerkil toplum ya­pısının bilinçdışındaki “kadın” simgesini de gözler önüne sermektedir. Yazanın da izleyenin de kafasında kadına dair olumlu toplumsal bir eleştiri yoktur. Eril aklın yazarları, kadın kahramanları tragedyaya dâhil etmekte güçlük çekmelerinin ne­ eril yargılar değildir aynı zamanda cinsel kitonyen korkulardan da kaynaklanır. Dionysos’un dişil dünyasından çıkmış tragedya, er meydanının ser­gilendiği bir oyundur. Ve bu oyunun sorunsalı za­ten kadının kavranmakta güçlük çekilen doğasıdır. Eril zihniyetin kadın bedenine ve onun “akıl al­mayan” zihinsel yapısına husu­meti, doğaya duyduğu husumet ve kontrol etme arzusundan kay­naklanır. Doğayı kontrol etmek için savaşan eril arzu, doğayla bütünleştirdiği kadın bedenini de kontrol altına alma gayretine girişmişti.

En Büyük Tragedya Savaş
Uygarlık ve şiddet ironik bir ilişkilenme halinde­dir. İnsanın içindeki vahşi şiddeti ortadan kaldır­mayı hedefleyen uygar dünyanın yasaları, beden üzerindeki baskının ve stresin artmasının nede­nidir. Ve yasa her zaman “sınıf ” çizelgesinin en altındakileri bağlamaktadır. Yasa koyucu yasadan muaftır. Yasaların şiddeti altında haklarını, emeklerini ve bedenlerini terk etmeye zorlanan “halk”, traged­yanın sözel dünyasında intikamını almakta, sa­rayın çöküşünü büyük bir keyifle izlemekte, ada­let duygusunu bir nebze de olsa tatmin etmektedir. Kral Laios’un, bileklerine taktığı ip nedeniyle, topal olmuş ayaklarıyla Prens Oidipus’un babasını öldürmesi ve annesiyle ev­lenmesi, yoksul yurttaşların içini serinletiyor, hayatı biraz daha yaşanır kılıyordu. Yoksulun eğlencesi, burjuvanın trajedisiydi. Zira görkem ne ka­dar büyükse çöküş o denli izlenesi ve etkiliydi.

Doç. Dr. İsmail Gezgin

Comments