Japonya’nın Hokkaido Adası, Kuril Adaları ve Sahalin’in yerlisi Ainu kavmi, ağaç kabuğundan kumaş dokurlardı. Erkekler körpe ağaçlardan kabuk toplar, bunları suyun içinde yumuşatır, liflerini ayırır ve güneşte kuruturlar, kadınlar da bu liflerden kumaş dokurlardı.
Meksika’daki Maya uygarlığı, pamuktan dokunmuş ve boyanmış elbiseler giyerlerdi. Başlık gibi süs eşyaları ise ağaç kabuklarının yumuşatılmış liflerinden yapılmaktaydı.
Meksikalı kadınlar eski devirlerde de üçgen biçiminde, bazen püsküllerle süslenmiş panço benzeri şallar kullanırlardı.
Eski Mısır’da papirüsten yapılma sandaletler yaygındı. Sadece zenginler deri sandalet yaptırabilirlerdi.
Kore’deki eski Silla Krallığı’nın (MS 5-6. yüzyıllar) başkentinin yakınında yapılan kazılarda altından yapılma pek çok nesnenin yanında altın ayakkabılar da bulunmuştur.
Eski Mısırlı erkek ve kadınlar iç çamaşır olarak peştamal giyerlerdi.
Antik Yunan kavmi daha çok keten ve yünden yapılma giysiler giyerlerdi.
16. yüzyılda bir Llolard’ın (Anglo-Sakson gezici derviş) yazdıklarından, zengin kadınların kol kenarlarına ipek şeritler dikilmiş tunikler ve kırmızı deri ayakkabılar giyip, başlarına uzun örtüler taktıklarını; saçlarını bukle bukle yaptıklarını; el tırnaklarını atmaca pençesi misali sivrilttiklerini öğreniyoruz.
Açılıp kapanan yelpazeler MS 4. yüzyılda Japonya’da icat edilmişti.
Fibula, iki parça kumaşı birbirine tutturmaya yarayan bir takı ve modern çengelli iğnelerin atasıdır. MÖ 12.-7. yüzyıllar arasında Orta Anadolu'nun batısında yaşayan Frigler Anadolu'da fibula kullanan ilk halk topluluğu olarak biliniyorlar. Başkentleri Gordion'da yapılan kazılarda çok miktarda fibula bulunmuştur. Fotoğraf: Rezan Has Müzesi
Antik dünyada bol dökümlü, gevşek giysileri bağlamak için broşlar kullanılmıştır.
Zengin Anglo-Sakson kadınlar çok mücevher kullanmaktaydı. Erkeklerin ise silahları süslü olurdu. Özellikle grena (lal taşı) adı verilen kırmızı taşlardan çok severlerdi (MS 6-7. yüzyıllar).
Aztekler kulak, burun ve dudak deliklerine altın, seramik ve obsidyenden (siyah volkanik kristal) yapılma takılar takarlardı.
Demir Çağı Britanyası’ndaki Keltler madeni telleri bükerek torc adı verilen kolyeler yaparlardı. Snettisham’da 64 altın telden yapılma bir kilodan ağır bir torc bulundu (MÖ 100).
Yüzükler tarih boyunca en büyük güç kaynakları olmuşlardır. Yüzükteki daire kavramı sonsuzluk ve birliğin simgesidir.
Şeytanın insan bedenine bir boşluktan, bir delikten girdiğine inanılmıştır. Bu yüzden, inanışa göre büyülü bir taş ya da madenden yapılmış küpe takarak bedeni şeytana karşı korumak mümkündür. Hindistan’da buruna hızma takılmasının nedeni de bununla aynıdır. Bazı yörelerde ağızlar ve gözler dövmelerle çizilen desenlerle korunur.
Elmasların, safirlerin, zümrütlerin sahiplerinin geleceğini olumlu etkilediğine inanılırdı.
Bazı değerli taşların belirli güçler taşıdığına inanıldığından, uğurlu ve uğursuz sayılan taşlar ve mücevherler vardır. Fotoğraf: si.edu
Bazı değerli taşların belirli güçler taşıdığına inanıldığından, uğurlu ve uğursuz sayılan taşlar ve mücevherler bulunmaktadır.
Mavi Elmas ya da Umut Elması adı verilen değerli taş, 17. yüzyılda Hindistan’da Tanrı Rama’nın heykelinden çalındı, taşı bir Fransız aldı/satın aldı. Bu adam, yabani hayvanlara yem oldu.
Aynı taş, Fransa Kralı XIV. Louis’nin eline geçti, kral frengi hastalığından öldü.
Daha sonra elmasın sahibi olan XVI. Louis, giyotinle idam edildi
Mavi Elmas, bir İngiliz bankerin eline geçti; adam elması oğluna verdi, oğlu tüm servetini kaybetti.
Elması elde eden ABD’li elmas tüccarı taşı Smithsonian Enstitüsü’ne bağışladı.
Marie Antoinette’e ait bir kolye de, 1960’lı yıllarda düzenlenen bir müzayedede alıcı bulamamıştı.
Fotoğraf: si.edu
Kaynaklar
Batıl İnançlar, Peter Lorie, Milliyet Kitapları, 1997.
Antik Dünyada Bilinmesi Gereken 500 Şey, Carolyn Howitt, İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.
Ainular Ortaya Çıktı, Hürriyet Gazetesi, 06 Haziran 2008.
El ve Saç
Çinli alimlerin çoğu el emeğiyle çalışamayacak kadar zeki ve alim olduklarını göstermek için tırnaklarının uzatırlardı. Kimisi sadece tek bir tırnağını uzatırdı. Dul İmparatoriçe Ci Hi (1835-1908) her tırnağını ellerinin yaklaşık iki katı kadar uzatmıştı.
Değişik giysiler, bazı inançlara göre, uğur ya da uğursuzluk getirebilir. Ayrıca bedenin belirli bir yerinin herhangi bir giysi ile kapatılması, o yere büyülü bir nitelik katmaktadır. El, bir güç ve üstünlük kaynağı olarak düşünülmüştür. Ortaçağ saray geleneklerine göre, düğün töreninde kadının eli tutulurdu. Kadının elini öpmek, evlenirken parmağına yüzük takmak hep ele verilen önemin işaretleri olmuştur.
Homeros’un eserlerinden birinde Kral Laertes’in elinde eldiven bulunduğu yazılıdır. Tarihçi Herodot da Leotkhides’in bir eldiveni rüşvet alınan altın paralarla doldurduğunu yazmaktadır.
Elin giysisi olan eldivene aşk, sevgi, saygı nitelikleri uygun görülmüştür. Eldiven, çok uzun süre, bütün toplum kesimlerinde bir numaralı süs eşyası olarak görülmüştür. İnsanın düşürdüğü eldiveni eğilip yerden kendisinin alması uğursuzluk, bir başkasının eldivenini yerden almak ise uğur getirirdi (nezakete davet). Bir kadının kayıp eldivenini bulmak, o kadınla aşk yaşanacağına işaretti. Eldiven hediye etmek ise uğursuzluk getirirdi.
Eldiven ile düello arasındaki bağlantı da çok ünlüdür.
Nepal’de kadınlar sadece tek ellerine, yemek yemedikleri ellerine oje sürmektedirler
1861’de, kocası İmparator Xianfeng’in ölümünün ardından Çin’in yönetimi İmparatoriçe Cixi’ye kaldı. Cixi, 47 yıllık saltanatı boyunca acımasız bir hükümdar olduğunu gösterdi. Fotoğraf: Filoji.com
Sümer saray kadınları uzun saçlarını tek örgü haline getirip başlarının çevresine sarar; iğneler, kurdeleler ve boncuklarla işlenmiş başlıklar takarlardı.
Eski Mısır’da ergenliğe kadar çocukların saçları kazınır, genellikle bir çocuk olarak tasvir edilen Tanrı Horus’a atfen, sadece kulaklarının arkasında bir tek örgü bırakılırdı.
Eski Mısırlılar, saç losyonları kullanırlardı. Eski Mısır metinlerinde saç bitlerinden kurtulmak için kullanılan zeytinyağlı losyon tariflerine rastlanmıştır. Zengin erkekler ve kadınlar peruka takardı.
Antik Mısır’da kadınlar kocaları ölünce saçlarını keserlerdi.
Antik Yunan kadınlarının saçları uzun ve bağlıydı. Sadece kadın kölelerin ve yas tutan kadınların saçları kısa olurdu.
Yunan erkekleri sakallıydı. Roma’da sakal modasını ilk olarak İmparator Hadrianus (117-138) başlatmıştı.
Çinli kadınların yüksek saç modelleri vardı. Bunun için takma saç da kullanırlardı. Yeşim taşından, altından, gümüşten, camdan veya fildişinden iğneler ve taraklar kullanarak saç modellerini tamamlarlardı.
Saç, önceleri gücün, sağlığın, diriliğin bereketin simgesiydi. Samson, gücünü uzun saçlarından alıyordu. ABD’de günümüzde yıldız falına bakıp, burçlara göre saç biçimleri öneren uzmanlar var.
Makyaj
Mısırlı erkekler ve kadınlar gözlerine siyah veya yeşil renkte makyaj yaparlardı. Özellikle siyah makyajın ışığı kırarak gözü koruduğu bilinmektedir.
Kadınlar yanaklarını, dudaklarını ve tırnaklarını kırmızı renk veren demir oksit ile boyarlardı. Ciltlerini güneşten korumak için vücutlarını parfümlü yağlarla bolca ovarlardı.
Eski Mısırlılar, sülfürü ateşte oksitlendirerek elde ettikleri maddeyi gözkapaklarına sarı ve mavi gölgeler vermek için, toprak boyasını da dudak ve yanaklarını renklendirmek için kullanmaktalardı.
Siyah sülfür rimel olarak kullanılırdı.
Fazlasıyla toksik olabilen kurşun esaslı maddelerin Eski Mısır’da göz makyajı da dahil kozmetik alanında kullandığını biliyoruz. Yeni yapılan bir araştırma, bu maddelerin insan hücrelerindeki nitrik oksit üretimini %240’lara kadar çıkardığını ortaya koydu. Nitrik oksit insan vücudu için oldukça önemli bir bileşkendir. Bu bileşiğin vücuttaki görevi ise bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek hastalıklara karşı savaşmayı desteklemektir. Bu yeni bilgiler ışığında makyajın enfeksiyonlara karşı korunmada ve göz hastalıklarının tedavisinde kullanılmış olabileceği ihtimali düşünülüyor.
Günümüzde Hindistan’da da, özellikle Güney Hindistan’da gözleri hastalıktan ve güneşin şiddetli etkisinden korumak için bebeklikten başlanarak gözler sürmesiz bırakılmıyor.
Antik Yunan’da yüz beyazlatıcı pudra kullanılırdı. Bu pudra, kurşun ve sirkeden yapılırdı.
Bir zamanlar, erkekleri yoldan çıkaracak kokular süren kadınlar büyücülükle suçlanırdı.
Anglo-Saksonlar istemedikleri tüyleri madeni cımbızlarla alırlardı.
Ortada birleşen kalın kaşlara sahip olan kişiler alçak, hain, düzenbaz, inançsız olarak görülürdü. Güney İtalya ve İspanya’da bu yüzden birçok kadın diri diri yakılmıştı. Bu durumda, kaşları almak kesinlikle şarttı!
Comments
Post a Comment