Osmanlı Dönemi’nde binbir türlü işkence yöntemleri, özellikle de vatan haini veya savaşlarda esir alınmış düşmanlara karşı uygulanmıştır.
İşkence deyince aklımıza hep Çin işkencelerine adını vermiş ülke olan Çin gelir. Dünyanın pek çok yerinde eski çağlardan beri süregelen acımasız ve iğrenç işkence yöntemleri de bulunur tabi ki. Birazdan bahsedeceğim yöntemin adı da Mankurt, daha doğrusu üzerinde işkence uygulanan insana verilen isim Mankurt. Altay ve Kırgız Türklerinde Juan-Juanlar'dan(Avarlar) beri efsaneleşmiş bir işkence yöntemi olan Mankurt; yazı olarak ilk kez büyük Türk yazarı Cengiz Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel adlı romanı ile hafızalara girmiştir. Daha sonra Metal Fırtına adlı roman serisinde de Mankurt yönteminden bahsedilmiştir.
Her ne kadar Türklerin tarih boyunca medeni bir topluluk olduklarından bahsediyor olsak da kötü şöhretli Türk kavimleri de yok değildir. İşte belki de bunlardan en kötü şöhrete sahip olan Avarlar Mankurt yönteminin sahibi ve fiili uygulayıcısı olarak bilinirler.
Bu işkencelerden her biri ayrı ayrı acı doludur, kişiyi yaşadığı her bir dakika için bile pişman eder fakat içlerinden bir tanesi insanı gerçek manada acıdan bayıltır, şuurunu kaybettirir.
O dönemde herkes tarafından bilinen ve sıklıkla uygulanan işkencenin adı Mankurt yöntemi olarak anılmaktadır.
Yöntem o dönemin en ünlü işkencelerinden birisi olmayı fazlasıyla hak edecek türden acı veren yönlerle doludur …
Mankurt kelime olarak, man kökünden türetilmiştir ve man kökü, aklını yitirmek, akıl yoksunluğu gibi anlamlara gelir.
İşkencenin adının neden böyle bir kökten türediğini ise az sonra açıklayacağım
Mankurt işkencesi, ilk olarak işkence edilecek kişinin kafasının tamamen kazınmasıyla başlar.
Daha sonra ise başı tamamen kazınan kişinin kafasına ıslak deve derisi, gergin olacak ve tüm kafayı kaplayacak bir şekilde özenle geçirilir.
Sonrasında işkence edilen kişi, sıcak çölde kızgın güneş altında birkaç gün boyunca bekletilir.
Bu şekilde, sıcağın da etkisiyle deve derisi gittikçe büzüşür ve gerginleşir.
Zamanla beraber kafa derisi ile birleşen deve derisine, alttan çıkmaya başlayan saç kılları da batmaya başlar.
Ancak deri o kadar sertleşir ki, uzayan saçlar deriyi delip dışarı çıkamazlar. Böylece, uzamasını sürdüren saç dışarıya doğru değil de, ters dönerek kafanın içine doğru yönelir ve gelişme gösterir.
Uzayan saçların kafayı delip beyne batmaya başlamasıyla, kişi çok şiddetli ve dayanılmaz bir acı çekmeye başlar.
Bu acı öylesinde şiddetlidir ki, bir süre sonra işkence edilen kişi aklını ve hafızasını yitirir. Ne çevresindeki olayları sağlıklı bir şekilde muhakeme edebilir ne de daha önce tanıdığı bir kişiyi tanıyabilir.
Beyin fonksiyonları azaldığı ve düşünme ile sorgulama yetilerini kaybettiği için de, kişi sahibinin her dediğine harfiyen uymaya başlayan birisi haline gelir.
İşte ortaya çıkan ve ‘bilinçsiz köle’ olarak da adlandırılan bu kişi artık bir ‘Mankurt’ olmuştur.
Bu akıl almaz işkencedeki temel amaç, kişinin bir Mankurt’a yani bilinçsiz bir köleye dönüştürülmesidir.
Aşağıya Mankurtlaştırma ile ilgili Cengiz Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel kitabında bahsettiği bir bölümü yazdım;
...Sarı Özek'i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bazen bunlar bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek Juan-Juanlar'ın yaptığı işkenceleri anlatırlarmış. Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esirlere yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna "Deri geçirme işkencesi" derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bir devenin boynundan beş altı kişinin başını saracak deri çıkıyormuş. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürtmesin diye, bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış. Bu tutsaklar birer mankurt olmadan yakınları baskın düzenleyip onları kurtarmasın diye, yanlarına gözcüler koyarlarmış. Açık bozkırda her taraf kolayca görüldüğü için gizlice gelip baskın yapmak kolay olmazmış.
Juan-Juanlar'ın bir tutsağı mankurt yaptıkları duyulur, öğrenilirse, artık onu en yakınları bile gerek zorla, gerek fidye vererek kurtarmak istemezlermiş. Çünkü bir mankurt, eski vücuduna saman doldurulmuş bir korkuluktan, mankenden farksız olurmuş onlar için...(Gün Olur Asra Bedel, Cengiz Aytmatov, syf 138-139, Elips Kitap, 8. Baskı, 2007, ANKARA)
Mankurt yöntemi ile ilgili elimizde kesin kanıtlar bulunmuyor olsa da birçok efsane bulunmaktadır. Özellikle Kırgız mitolojisinde büyük bir yer tutan bu efsanenin gerçek olması olanaklı gözüküyor. Mankurt ile ilgili daha detaylı anlatımı Cengiz Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel ve Orkun Uçar'ın Metal Fırtına 2 - Kayıp Naaş kitaplarında detaylı olarak bulabilirsiniz.
Comments
Post a Comment