Osmanlı'da Cariyelik Sistemi


Harem kadınlarının yükselebilecekleri en yüksek makamdır. Başlıca görevleri padişahların hizmetlerini görmek , padişahın günlük işleriyle uğraşmak, yemeği hazırlamak şeklinde sıralanabilir

Bu kadınların aralarındaki rütbeler şöyledir;

Hazinedar ve Hazinedar Usta; Padişahların özel ve şahsi hizmetlerini görenlere hazinedar adı verilirdi. Hünkar kalfaları özellikle bunlar için kullanılan bir tabir olmuştur. Hazinedar usta padişahın yanında oturabilir, odasına girip çıkabilirdi. Ayrıca haremdeki hazinelerin bütün anahtarları da hazinedar ustada bulunurdu.

Saray ustaları, cariyeler dairesinde Valide Sultan Taşlığına istedikleri zaman geçebilecek durumda olan ayrıcalıklı kişilerdi. Evlenmemiş, uzun süre sarayda yaşamış, tecrübeli saray hanımları arasında ustalığa yükselmek ancak padişahın ve ailesinin güven ve takdirini kazanmakla mümkün hale gelen bir durumdu.

Kâhya Kadın: Haremin teşrifatçısıdır. Resmi günlerde düğünlerde, merasimi o idare ederdi. Yanında mühr-i hümayun bulundurulurdu. Kendine has cariyesi ve maiyeti vardı. Bunların dışında daha küçük görevlerde bulunan cariyeleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

Çaşnigir Usta: Sarayın çamaşır ve yatak takımlarına bakan ustalara denirdi. İlk çamaşırcı kadına Yavuz Sultan Selim döneminde rastlanmaktadır.

İbrikdar Usta: Kahve işleriyle meşgul olanlara denirdi. Törenlere gelen kadınlara ve sultanlara kısa zamanda kahve hazırlayıp sunmak bunların vazifesiydi.

Kutucu Usta: Sultanların, kadın efendilerin ve ikballerin hamamda yıkanmasına yardımcı olan ustaya denirdi.

Kilerci Usta: Padişahın kilerine ve kiler takımlarına bakan kalfaların reislerine verilen addır.Padişaha ait şerbetler, meyveler, çerezler hünkarın kilerinde saklanırdı.

Kâtibe Usta: Haremin disiplinini, teşrifat ve düzenini sağlayan amire denirdi. Bunların haremde hastalar ustası, ebeler, şehzadelere süt emzirmek için tutulan dayeler ve padişahın çocuklarına bakan dadılar vardı.

Has Bahçe Safaları
Haremde yaşayan kadınlar zaman zaman serbest bir şekilde bahçelerde ve mesirelerde halvet denilen eğlenceler düzenlerlerdi. Halvet günü üçüncü avlu tamamıyla boşalır, bahçenin görülebilecek yerleri halvet bezleri ile örtülürdü. Bahçede kadınların ve cariyelerin dolaşacağı yollar üzerine ve etrafına çadırlar kurulurdu. Böylece kapalı sokaklar ve oturma yerleri meydana getirilirdi. Ayrıca oturulacak, namaz kılınacak, oynanacak, eğlenilecek ve yemek yenilecek çadırlar da kurulmaktaydı.

Harem ağaları "halvet" diye bağırınca nöbetçilerden başka bütün saray halkı belirlenen gezinti alanına dağılırdı. Kadınlar yeşillikler içinde eğlenip sohbetler ederken kızlar da kelebekler misali daldan dala, çiçekten çiçeğe uçuşurlar vaktin nasıl geçtiğini anlamazlardı.

Akşam üstü, yine harem ağalarının halvet sadaları onları sanki tatlı bir rüyadan uyandırırdı. Kızlar bahçenin yaprakları, meyvaları, çiçekleri ellerinde, bütün günkü keyiflerin hikayeleri dillerinde yerlerine tekrar dönerlerdi. Bu eğlenceler baharın ve yazın birkaç defa tekrarlanmaktaydı.

Bazan bu gezintiler İstanbul'un en ünlü mesire yerlerinden birine yapılır ve burası genellikle Sadabad olurdu. Bu tip eğlencelere Beylik Gezintiler adı verilirdi .

Gidilecek yerde çadırlar yine halvet sokaklarıyla birbirine bağlanırdı. Öyle ki kadınlar ve cariyeler serbestçe sokaklarda yürüyebilir, bir çadırdan öbürüne hiç kimseye görünmeden gidebilirlerdi. Dışarıda yeşil renkli çadırların, ağaçlar, çiçekler ve yeşillikler arasında kurulması, oraya yepyeni bir görüntü kazandırır, gönüllere huzur ve ferahlık getirirdi.

Beylik geziler Cuma günleri yapılırdı. Baş ve ikinci katibe gezintinin nereye yapılacağını ve hangi cariyelerin katılacaklarını haremde ilan ederlerdi. Geziye katılacaklar büyük bir sevinç içinde en güzel elbiselerini giyerler ve gidişe hazırlanırlardı.

Arabalarla eğlence yerine varan ekip akşama kadar türlü oyunlarla eğlenir, yemekler yenir ve neşe içerisinde saraya geri dönerlerdi.

Kışın ise eğlenceler sarayda yapılırdı. Cariyeler kendi aralarında bekiz, kös ve sürme (dokuz taş) denilen oyunlar oynadıkları gibi düğün ve bayram günleri de onlar için eğlencenin ve mutluluğun unutulmaz vakitleri olurdu.

Saray Hayatı ve Sonrası
Osmanlı Devleti'nin kuruluş ve genişleme dönemlerinde haremdeki cariyelerin sayısı fazla değildi. Genel olarak şehzadelerin küçük yaşta sancağa çıkarılmaları sebebiyle anneleri ve maiyyeti halkı da şehzadeyle beraber gidiyordu. Bu sebeple haremdeki hizmetli cariye sayısı oldukça düşüyordu.

Haremdeki cariye sayısı veraset sisteminin değişmesi ve şehzadelerin sancağa çıkarılma usulünün kaldırılıp haremde alıkonulmaları başladıktan sonra(kafes usulü) süratle artmıştır.

Haremdeki cariyelerin miktarını gösteren ilk liste I. Mahmud Han zamanına aittir. Buna göre haremdeki cariye sayısı 456 idi. Bunların 80 tanesinin altı şehzade dairesinde hizmette olduğu düşünülürse rakamın neden arttığı daha kolay anlaşılmaktadır.

Cariyelere verilen gündelikler haremdeki eskiliklerine göre değişirdi. 1652'de cariyelerin ortalama maaşı günde 8.7 akçe akçeydi. II. Mahmud Han zamanında haremdeki 298 cariyenin gündelikleri cariyelerin derecelerine göre 100 ila 30 akçe arasında değişmekteydi.

Cariyelerin giyecekleri de hazineden verilirdi. Ayrıca düğünlerde, bayramlarda ve doğumlarda ziyafetler çekilir, ikramlarda bulunulurdu.

Çağatay Uluçay, "Öncelikle cariyelerin hepsi padişahın odalığı değildir. Padişah yüzlerce cariye içinden ancak birkaç tanesiyle ilgilenir, diğerlerini ne bilir ne de görürdü." demektedir.

Bu kadınlar her ne kadar haremin hizmet birimlerinde görevli olsalar da onları tamamıyla bir hizmetçi statüsünde görmek mümkün değildir. Zira onların her biri Osmanlı saray terbiyesi ile yetişmiş saray kültürü ile yoğrulmuş bir saraylı idiler. Onlar için asıl hedef, askeri, idari hiyerarşinin tepesine yakın erkeklere eş olmak üzere en güzel bir biçimde yetişmiş olmalarıydı.

Enderun nasıl erkekleri saray dışında hanedana hizmete hazırlıyorsa haremde, kadınları padişah ve annesine kişisel hizmet yoluyla dış dünyadaki rollerini en güzel şekilde almaya hazırlıyordu.

Zira onlar Enderun'da yetişmiş bir Osmanlı bürokratının eşi olarak gittikleri yerlerde harem teşkilatının en gözde temsilcisi  olacaklardı. Osmanlı harem hayatının en yüksek seviyede temsilcisiydiler. Diğer idarî görevli eşleri ve şehirli kadınlar onların edep ve ahlâkını kendilerine örnek edinirlerdi.

Hizmet cariyeleri ile kalfalar ve ustaların haremde kalış süreleri dokuz yıldı. Dokuz hizmet yılını dolduran cariyelere hürriyete kavuşma belgesi olan azatname/ıtıkname verilirdi. Bunları ıtıknameyi, ufak yuvarlak bir muska içinde göğüslerinde taşırlar, öldükleri zaman da bununla gömülürlerdi. Birçokları da azatnameyi kendi istekleri ile yırtarlar ve sarayda kalmaya devam ederlerdi.

Çırağ denilen dışarıda bir eve yerleşirler ve evlenirlerdi. Saraydan ayrılan cariyelere elmas yüzüğü, küpesi, altın saati, gümüş takımları ve hanesinin her eşyası verilir, öyle gönderilirdi. Evlenen cariyelere ise haremde bağlı bulunduğu efendisi ve arkadaşları tarafından hediyeler verilirdi.

Ayrılan cariyelere sadece eşya, konak ve saire ile yetinilmiyor, sonradan dara düşmemeleri için bazı yardımlar da yapılıyordu. Yine dışarıda muhtaç halde bulunanlara her türlü yardım yapılmakta ve kimseye muhtaç bırakılmamaktaydı. Kocası ölenlere ise maaş bağlanırdı.

Haremdeki cariyeler vefat ederlerse malları islam hukukuna göre efendilerinin sayıldığı için devlet tarafından alınır ve hazineye irad kaydolunurdu. Azad edilmeden vefat eden cariyelerin kefenlerinin altına ve göğsünün üzerine ıtıkname kağıdını yazıp koyarlar ve öylece defnedilirmiş.

Cariyeler harem içinde bir suç işledikleri veya vazifelerini aksattıkları takdirde kahya kadın tarafından cezalandırılmaktaydı. Genelde cezaların kısa süreli hapis hayatı olduğu düşünülmektedir. Cariyeler bölümündeki hastane ve çamaşırhanenin yanında bodrum katında bir odanın hapisane olarak kullanıldığı söylenmekte ise de bunu kuvvetlendirecek bir delil günümüzde mevcut değildir. Ayrıca önemli hata ve kusuru görülenler haremden çıkarılarak sürülürlerdi.

Son dönemlerde padişahlara gösterilen kötü muameleler sırasında harem kadınları ve cariyeler de bundan nasiplerini almışlardır.

Abdülaziz Han'ın önce hal'i ve sonra öldürülmesi sırasında haremde yaşayanların durumu da perişan olmuştur. Kadınların ve cariyelerin eşyaları subaylar tarafından alıkonulmuştur Cariyelerin çoğunun yeri yurdu olmadığından yatakları, hamallar sırtında ve kendileri yer bilmez bir takım biçâre ve âcize onun bunu kapısını çalıp kabullerini özür ile rica etmişlerdir

Yaşadıkları Mekânlar
Günümüzde Topkapı Sarayı'nın cariyeler bölümünü gezenler adetâ ürkerler. Zira rutubetli odalar, kafesli dehlizler, karanlık daireler insanın ruhunu sıkmaktadır. Görenler de burada yaşamış olanlara büyük bir acıma hissi meydana gelir Oysa harem bölümü ve cariye daireleri Topkapı Sarayı Dolmabahçe'ye taşınmadan önce bugün görüldüğü gibi değildi.

Karaağalar Taşlığı'nın bittiği yerde günümüzde Cümle Kapısı denilen ve haram bölümünü haremağaları bölümünden ayıran kapı gelmektedir. Bu kapı haremin üç ana bölümünün bağlandığı nöbet yerine açılır. Kubbeli ve kemerli açık bir sahanlık olarak geçiş yeri halindeki kapıya mermerden, grift rumî desenli ve müşebbek taçlı bir sembolik boş kemerle girilir. Bu kemer üzerinde "Ey iman edenler! Evlerizni dışındaki evlere izin istemeden ve orada sakin olanlara selâm vermeden girmeyiniz." Meâlindeki âyeti kerime yer alır

Nöbet yerinin solundaki kapı Cariye Koridoru ile Kadınefendiler Taşlığı'na, ortadaki kapı Valide Taşlığı'na, sağdaki kapı Altın Yol ile padişah dairesine bağlanmaktadır. Giriş, taşlıktaki nöbet binasına bağlanan kemerli bir asma kat vasıtasıyla özellikle geceleri kontrol altında tutulurdu.

Harem'de yaşayanların en kalabalık kesimini oluşturan cariyelerin kullandığı bu üçüncü kapı üzerindeki yazıda; "Ey kapıları açan Allah'ım bizlere de hayırlı kapılar aç" dileği yer alır.

Nöbet yerinde bulunan, cariyeler bölümüne açılan bu kitâbeli kapı, aslında üstten ışık alan bir koridora açılmaktadır. Bu koridorun sonunda cariyeler taşlığına açılan bir kapı daha vardı. Kitâbeli kapı açıldığında koridorun sonundaki kapı kapalıdır. Altın Yol'un iki başındaki çift kapıda da aynı tertip görülmektedir. Aslında tüm önemli oda-sofa ya da taşlıklardaki kapılar aynı durumdadır. Girilen bir kapı kapatılmadan, geçilecek olan ikinci kapı açılmaz.

Bu mimarî şekil, haremin yüzyıllar boyu korunmasını daha da kolaylaştırmış, onu baskılardan da korumuştur. Böylece hiç bir bölüme doğrudan doğruya girilememekte, ya bir geçit ya da u şekilde kullanılan çift kapılı yerler bulunmaktadır.

Ancak bir kez şehzadeliğinde II. Mahmud'u ve III. Selim'i öldürmek kastıyla gelen askerler, içerideki saray kadınlarının yardımıyla kapıların açık bırakılması yüzünden, hareme baskın yapabilmişlerdir.

Üçüncü kapıdan geçilince tepeden ışık alan sol tarafta taş sekisi boydan boya uzanan bir geçide girilmektedir. Bu geçidin sağ tarafındaki bir kapı, saray ustaları koğuşlarının taş merdiveninin başladığı yere açılır. Burada bir başka kapı daha vardır. Sol taraftaki sekide saray mutfaklarına her gün gelen yemek tepsileri dururdu.

Bu tepsileri getiren Karaağalar, cariyeler kapısından girip, tepsileri taş seki üzerine bırakırlar, yine aynı kapıdan çıkarlardı. Ancak onlar çıktıktan sonra cariyeler kapısı kapatılınca iç kapı açılır. Cariyeler seki üzerindeki tepsileri ait oldukları bölümlere götürmek üzere alırlardı. Yemek getirenlerle cariyelerin karşılaşması bile yasaklanmıştı.

Cariyeler ve Kadınefendiler taşlığı: Cümle kapısı holünden Kızlarağası Dairesi ile Kalfalar Koğuşu arasında devam eden yoldan sola dönülerek Cariyeler Hamamı ile Kadınefendi daireleri arasındaki geniş ve uzun hole cariyeler ve Kadınefendiler Taşlığı denilmektedir. 16. yüzyıl ortalarında karaağalar taşlığıyla beraber inşa olunmuş. 1665 harem yangınından sonra yenilenmiştir. Kadınefendi dairelerinin taşlığa bakan cephelerindeki manzara resimleri, naturalist Türk resminin 18. yüzyıldan kalan ilk örnekleridir. 16. yüzyıl sonlarında kadınefendi daireleri yapılmadan önce taşlık Haliç'e doğru bir terasla açılırdı.

Cariyeler Hamamı: Cariyeler ve Kadınefendiler Taşlığı'nın sonunda Karaağalar Koğuşu'na bitişik olarak yapılmıştır. Sarayın en eski hamamıdır. Kubbeli bir camekân, iki bölümlü ve tonozlu bir ılıklık ve küçük bir halvet bölümünden ibarettir. Hamamın yanındaki bir merdivenden taşlığın sol tarafında bir sıra abdest musluğu, büyük kubbeli hamam girişi, kalfalar dairesine çıkan merdiven kapısı, onun yanında hamam külhanının giriş kapısı bulunnmaktaydı.

Tam karşısında çamaşırlık, mutfak, kiler ve aşçıbaşına ait bir oda bulunur

Taşlığın sağ tarafındaki birinci, ikinci ve üçüncü kapı sırasıyla birinci, ikinci ve üçüncü kadınefendi odalarıdır. Dördüncü kapı kırk merdiven diye anılan 52 basamaklı, harem bahçesine inan geniş bir merdivene açılır. Beşinci kapı padişah sarayı dışında hiçbir benzeri olmayan cariyeler koğuşuna aittir. Birçok kalfa odasının bulunduğu üst kat sayesinde cariyeler koğuşunun galeri katına ulaşılmaktadır. Bu durum koğuşun sürekli olarak kontrol altında tutulduğunun da önemli bir işaretidir.

Cariyeler I. Koğuşu: Taşlığın haliç kenarında Kadınefendi Dairesi ile meşkhane arasında yer alır. Mermer sütunlarla desteklenmiş asma katı bulunan büyük bir tek hacimdir. Zamanla sütun araları ahşap bölmelerle birleştirilmiş, tek tek mekanlar oluşturulmuştur. Mimari tarihimizde hemen hiç rastlanmayan bu tarz, cariyeler dairesindeki günlük hayat prensiplerine uygun hale getirilmek istenmesi sonucu ortaya çıkmış bir tarz olabilir.

Yirmi, yirmibeş cariyenin oturduğu, yiyip, içtiği, yatıp kalktığı bu hacim içindeki asma katlara alttan çıkış imkanı yoktur. Asma katların korkulukları alt kattakilerin üst kattakileri görmesine engel olacak kadar yüksektir. Asma kata cariyeler taşlığındaki abdest muslukları yanında bulunan ustalar dairesinden geçilerek ulaşılmaktaydı.

Üst katlarda yaşayan cariyeler ise acemi cariyeleri istedikleri zaman kolaylıkla denetleyebilirlerdi. Böylece acemileri cariyelerin, cariyeleri kalfaların, kalfaları ise ustaların farkettirmeden denetleyebildiği bir sistem kendiliğinden ortaya çıkmıştı.

Bu durum koğuşlardaki hayatın kural ve disiplinlere uymasında, düzenli ve intizamlı olarak işleyişinde büyük etken olmuştur.

Koğuş büyük ve tek bir ocakla ısıtılır, ayrıca odalarda mangallar bulunurdu. Odalar sade olup bizzat sakinleri tarafından duvarlarında çeşitli süslemeler yapılmıştır. Cumbalı ve kafesli pencereleri Marmara Denizi'ne ve Haliç'e bakardı.
Cariyeler yüksek kerevetler üzerinde yatarlardı. Yatakları yünden yapılmış olup sertti. Bütün gece dairelerde lambalar yanardı.

Cariyeler Alt Taşlığı: Topkapı Sarayı'nın Gülhane Parkı ve Arkeoloji Müzesi'ne bakan köşesinde bulunan üstü açık avludur. Cariyeler Üst Taşlığı'na göre 12 metre daha düşük rakımda yapıldığından burası Cariyeler Alt Taşlığı adı ile anılır. Taşlığın saray tarafında harem hastanesi ve mutfağı; sağda harem bahçesine bakan tarafında hekim odası ve Cariyeler İkinci Koğuşu; Gülhane Parkı'na bakan tarafta odun deposu; Arkeoloji Müzesi yönünde ise hamam, ölü yıkama yeri, meyyit kapısı ve çamaşırlık bulunmaktadır

Kırk merdivenle cariyeler dairesinin üst taşlığından (Kadınefendiler Taşlığı) inilen bu alt taşlığın harem bahçesine açılan kapısı cariyeler dairesi ile harem bahçeleri arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır.

Cariyeler İkinci Koğuşu: Cariyeler Alt Taşlığı ile harem bahçesi arasında kalan cariyelere ait ikinci koğuştur. Cariyeler Birinci Koğuşu'nun bir benzeri olarak inşa edilmiştir. Pencereleri Cariyeler Taşlığı'na bakmaktadır. Büyük ocağı alt kattan üst kata kadar uzanır. Bu koğuşun da asma katları ile alt katı arasında merdiveni olmaması burada yaşayanların da acemiler ve cariyeler diye iki sınıftan oluştuğunu bize gösterir.

Cariyeler Hastanesi: 1665 Harem yangınından sonra Kadınefendi Daireleri cephesi ile büyük biniş önünde haremi bahçeden ayıran duvarlar kullanılmak suretiyle yapılmıştır. 40 merdiven sistemiyle cariye taşlığına, zemin katta harem bahçesi ve karşı yönde meyyit kapısı ile hasbahçeye açılır. Hastane, payeli revaklarla çevrili bir avlunun kenarlarındaki mekanlardan ibaret olup yer yer iki katlı bir yapıdır. Harem hastanesine girişte sağ tarafta hastalar odası, sol yanda hastane mutfağı ve hastane koğuşu yer alır. Koğuş pencereleri cariyeler dairesinin alt taşlığı olarak anılan taş avluya bakar. Koğuşla tüm hastane yapıları gibi dekorsuzdur. Hastanenin altındaki revaktan meyyit kapısına kadar uzanan kısımda ölenlerin yıkandığı çok mekanlı ve büyük ocaklı bir gasilhane vardır

Cenaze Yıkama Yeri ve Meyyit Kapısı: Haremde vefat eden cariyelerin ve saray görevlilerine ait cenazelerin yıkandığı yerdir. Cariyeler alt taşlığının sonunda günümüzde Arkeoloji Müzesi bahçesine bitişik olan köşededir. Yıkanan cenazeler, yanındaki meyyit kapısında dışarı çıkarılmaktaydı. Padişahların cenazeleri ise Mukaddes Emanetler Dairesi'nin kapısı yanındaki revaklı bölümde bulunan çeşmenin önünde yıkanırdı. Üçüncü avluya bakan kapı önündeki sette ise cemaate hal sorma (Tezkiye) yapılırdı.

Ustalar Dairesi: Valide Taşlığı ile cariyeler Taşlığı yolu arasına yer almaktadır. Her iki avlıya da geçişleri bulunmaktadır. Valide Taşlığı'na açılan bölümü daha büyük ve itinalıdır. Bu kısmın Fatih Sultan Mehmet devrinden kalma olduğu tahmin edilmektedir. Bir hela ve çeşmeli merdiven girişiyle değerlendirilen zemin kat üzerinde bir sofa, baş oda ve kiler odasından mürekkep ana daire yer alır. Burası tekne tonozla örtülüdür. Her iki taşlığı kontrol eden konumuyla üst düzey harem ustalarına ait olduğu düşünülmektedir. Girişi cariyeler taşlığından sağlanan diğer kanada ise doğrudan kesmetaş bir merdivenle ulaşılır. Bu dairenin 16. yüzyılın harem yapılaşması sırasında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Burada da saray ustaları ve kalfaların barındığı odalar yer almaktaydı

İşte bu mekânların da içerisinde bulunduğu haremin bir adı da Darüssaade yani Saadet Dairesi idi. Cariyeler buraya isteyerek veya istemeden geldiler. Fakat muhakkak ki dışarıda olan hür kadınların dahi arzusunu çeken bir merkezdi burası.

Sakinlerinin kimi padişah hanımlığına, kimi valide sultanlığa, kimi gözdeliğe, kimi ikballiğe yükseldi. Kiminin bahtı sonuna kadar açıktı. Kiminin talihi ise yaver gitmedi. Kimi güldü, kimi üzüldü. Ama mutlu veya mutsuz ömürlerinden bir kısmını burada sürdüler. Sonra muhakkak ki o bölüm, hayatlarının en hatırlanacak ve hasretle anılacak kısmı olacaktı.

Osmanlı Harem hayatı bir sırdı. Bu sırrın bir parçası olan cariyeler çoğunlukla dışarı çıktılar. Ancak onlar öyle bir sırdaş idiler ki saray ve harem hayatı ile ilgili olarak tek bir kelâm etmediler.

Sırları ile yaşadılar ve sırları ile gömüldüler!

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

------------------
Bibliyografya: 
Silahtar Fındıklı Mehmet Ağa, Silahtar Tarihi, İstanbul 1928, c.II, s. 580-582.
Çağatay Uluçay, Harem, Ankara 1985, s. 10-37
Ayşe Osmanoğlu, Babam Abdülhamid, İstanbul 1994, s. 85-87
Safiye Ünüvar, Saray Hatıralarım, İstanbul 1964, s. 70-71.
İsmail H. Uzunçarşılı, Saray Teşkilatı, Ankara 1984, s. 147-151.
Ahmed Akgündüz, Osmanlı'da Harem, İstanbul 1995, s. 275-293.
Leslie Le Peirce, Harem-i Hümayun ( Çev. A. Berktay), İstanbul 1996, s. 185-191.
Ahmed Refik, Kadınlar Saltanatı, İstanbul 1332, c. III, s. 37-40.
M.Anhegger (Eyüboğlu), Topkapı Sarayı'nda Padişah Evi: Harem, İstanbul 1987, s. 47-52.
Deniz Esemenli, Harem (Türk - İslam Mimarisinde Harem Kısmı), Diyanet İslam Ansiklopedisi, 16, s. 138-152.
Leyla Saz, Saray ve Harem Hatıraları, Yeni Tarih Dergisi, II, İstanbul 1958, s. 412-413-415-442.
Şadiye Osmanoğlu, II. Abdülhamid Devrinde Harem Hayatı, Hayat Mecmuası 1963/1, s.7;1963/15,s. 14-15.

Comments