Bölüm 3
"Ruhşah'ım! Hamid'in sana kurban ola..."
"Bir kusur ile beni unutma! Benim bedenim toprak oluncaya ben senden geçersem, Allah lâyıkımı versin efendim! Sen benim, ben senin, inşallah ömrüm oldukça birlikte oluruz. Nazik ayağına yüzümü sürerek rica ederim."
Bu mektup, Osmanlı İmparatorluğu'na hükmeden bir padişahın, 1. Abdülhamid'in haremindeki Başkadınına duyduğu aşkını dile getirmekte. Padişahlar da bazen böylesine severlerdi. Her isteğinin vazgeçilmez bir emir sayıldığı hükümdarlar bile, âşık olduklarında her erkek gibi duygularını dile getirmekten kaçınmamışlardır. Kimi I. Abdülhamid gibi ince bir "Osmanlı üslûbu" ile ümitsiz aşkını mektuplarla ilân ederken, kimi de Abdülmecid gibi delicesine sevdiği kadının çapkınlıklarına dahi göz yumardı. Ama, yatağına gelmeyeni öldürten, başkalarının karılarına göz diken padişahlar da bulunuyordu.
Geçen sayımızda başladığımız Harem gezimize devam ediyoruz. Ancak bu kez, padişahların ve yakınlarının özel yaşamlarına eğilerek "yasak şehir"in kapalı kapıları ardından sızanları değerlendirmeye çalışıyor ve cinselliğin bir başka yönünü, eşcinselliği ayrı bir konu olarak ele almak üzere, haremin kapılarını yavaşça kapatıyoruz.
*
Padişahlar ve şehzadeler, 2. Bayezid devrinden başlayarak cariyelerle düşüp kalkmayı âdet haline getirmişlerdi. Padişahlara güzel kızlar devlet memurları veya kız kardeşleri tarafından bulunduğu gibi, bazen kendileri de ününü duyduklarını başvezirden isterlerdi.
Örneğin, 5. Murad şehzadeliğinde cariyelerini kızkardeşleri aracılığıyla elde etmiştir. "Harem Hayatının İçyüzü" adlı yapıtında Çağatay Uluçay olayı şöyle anlatıyor:
"Murad Efendinin en çok sevdiği cariyelerden biri, kız kardeşinin genç bir kalfasıydı. Her ne kadar kardeşine yazdığı mektuplarda açık açık bu kızın adından bahsetmemişse de, ona bir ad takmıştı. Genç kadını her nedense Aba diye anıyor, sık sık onun gelmesini bekliyordu. Gelmediği zaman üzülüyor, heyecanlanıyor, kız kardeşine mektup yazarak istiyordu: 'Hamdolsun şimdi vücutça o kadar rahatsız değilim. Fakat, malum ya bilinen saat bekleniyor. O kadar hatırımdan çıkarayım diyorum, bir türlü çıkar şey değil ki çıksın! Saat yediyi çaldı mı bir heyecan ve helecan başlıyor. O kâfir gelmeyecek!..'"
93 günlük padişahlığı sırasında çok mutlu olan 5. Murad, tahta geçinceye kadar onbeş yıl boyunca ablasının bulup yolladığı cariyelerle vaktini geçirmişti. Doktor raporu ile delirdiği belirlendiğinden dolayı, hükümetin zoru ile tahttan indirilip Çırağan Sarayı'nda göz hapsine alındı. Fazla içki içtiği için delirdiğini söylerler.
2. Mustafa da Rifat Kadın ile sadrazamın evindeki ilişkisini haremde sürdürmek isteyince, sadrazamına şu hattı hümayunu göndermiş:
"Benim vezirim , kerimeniz ve valideleri (kızın ve annesi) tarafına tenbih edesiz, bizim avret için filanındır dimesünler. Keyfiyet bilinmesün, bir hanımındır, kimin kızıdır bilmeyüz disünler. Zira biz sakladık, şimdi sual ederler. Hem bizim cariyemiz emanet olan kızı bile getirsinler, bugün mü yarın mı gelürler? Ve hem Çimşirlik tarafından geleler, tenhadır. Öbür kapı daima esvedinler (siyah haremağaları) ile doludur. Bizim avret için kız mıdır, seyyibe (dul kadın) mıdır deyu sualleri olur. Bilmeziz disünler. Canım tenbih idesiz, bunu bilmektir rica ederim."
Padişah, haremindeki cariyelerden birini canı çekerse, onun adını Başkadın'a söylerdi. Başkadın da cariyeleri hükümdarın yanına gönderirdi.
Padişahın beğendiği cariye, artık "has odalık" oluyordu. Padişah, yeni seçtiği has odalığa hediyeler gönderirdi. Kız güzelce yıkanır, paklanır,süslenir, Geceyi de hünkârın yatak odasında geçirirdi. Padişah soyunup yatağa girmeden önce hiçbir kadının içeri girmesine izin verilmezdi. Hünkârın yatak odasına giren yeni odalık yerlere kapanır, sürüne sürüne padişahın yatağına doğru ilerler, örtüyü hafifçe kaldırır, yavaş yavaş doğrularak padişahın hizasına gelince de yatağa girermiş.
Has odalık padişaha çocuk verirse "İkbal" ve "Kadın Efendi" sınıfına yükselirdi. İlk erkek çocuğu doğuran kadın da "Başkadın" olurdu. Padişah, küçük yaşlarda alınıp kendisi için odalık olarak yetiştirilen körpe kızların tadına bakar ve beğenmediklerini boşuna haremde tutmaz, başka biriyle evlendirip kendi hayatlarını yaşamalarına izin verirdi. Bu arada, haremde türlü nedenlerle her yıl ölen veya dışarı verilen cariyelerden boşalan yerlere yenileri alınarak bu düzen aynı şekilde sürdürülürdü. Eğer hâlâ yerinde duruyorsa, cariyelerin koğuş kapısının iç tarafında asılı duran bir Arapça kitabe, haremdeki cariyenin yaşamını bir cümle ile dile getirir özelliktedir: "Ey kapıları açan Tanrım, bize de kapıları aç!"
*
Bazı padişahların kadınlarını delice sevdikleri görülmektedir. Bunlar arasında, Kanuni'nin Hürrem'i, 2. Selim'in Nurbânu'su, 3. Murad'ın Safiye'si ve Deli İbrahim'in Telli Haseki'si ünlüdür.
Ancak, içlerinde hiçbiri 1. Abdülhamid'in başkadını Ruhşah Hatice Kadın gibi padişaha naz yapmış olamaz herhalde. 1. Abdülhamid sevgili Ruhşah'ına deli gibi âşık olmasına rağmen, kadını uzun bir süre yatağına gelmeye razı edememiş. Padişah, yalvarmalarla dolu mektuplarında içine düştüğü acıklı durumu şöyle anlatır:
"Ruhşahım! Hamid'in sana kurban ola... Sana bende olmuş bir kulunum, ister bana vur, ister öldür, sana teslimim. Bu gece gel, niyazımdır. Billahi sebebi illetim ve belki mevtim (hastalığıma ve belki ölümüme neden) olursun. Ayağın altına yüzüm gözüm sürerek rica ederim. Kendimi tutamıyorum, billahil azim."
Bir başka mektubunda: "Abdülhamid'in Ruhşah'ına kul kurban olsun. Bir kusur ile beni unutma! Benim bedenim toprak oluncaya ben senden geçersem, Allah layıkımı versin efendim! Sen benim, ben senin, inşallah ömrüm oldukça birlikte oluruz. Nazik ayağına yüzümü sürerek rica ederim."
Bu kadarıyla da yetinmiyor: "Abdülhamid'in canı Ruhşah! Benim ateşimi ve yalvarıp yakarmamı söndürürse ancak senin büyük acıyışın söndürür. Sen bana bu vaktimde acımazsan kim acır. Hamid sana kurban olsun, teşrifinle kulunu ihya eyle!"
Ruhşah Kadın da pek nazlı ve inatçı kaçışına her gece devam ettikçe, Abdülhamid küplere biniyormuş. Ama ne var ki, kadını saraydan çıkarıp başkalarına yâr etmek istemediğinden, tekrar hırsla kâğıt kaleme sarılıp cümleler döktürürmüş:
"Fesuphânallah, ben kulun siz efendime bu kadar özlemle istek duyduğum halde geceleri fıraşımıza (yatağımıza) gelmemeğe sebep ne ola? Vallahi, her gece sabahı çıkarırım! Vallahi, sümme billahi benim halim pek fena oluyor. Billâ sabredicek halim kalmadı. Bu gece kendimi güç tuttum. Ayağını öpeyim..."
Neyse ki sonunda Ruhşah Kadın nazlanmaktan vazgeçmiş ve Abdülhamid de her gece yaşlılığının son demlerinde sabaha kadar yalvarmaktan kurtulmuş.
1. Abdülhamid tahta çıktığında, 49 yaşında cinsel bunalımları olan bir padişahtı. Hekimlerine hazırlattığı kuvvet macunları bugün bile bilinmektedir. 64 yaşında felç olup ölmesini bu macunları aşırı yemesine bağlayanlar da bulunmaktadır
Abdülmecid'in ikinci ikbali Serfiraz Hanım'a olan tutkusu da bütün İstanbul'da halkın dedikodusu olmuştu. Bu kadın Yıldız Kasrı'nda yaşar ve canı istemezse padişahı bile köşke almazmış. Cevdet Paşa bunun hakkında şöyle diyor:
"Padişah, Serfiraz namında bir kadına tutuldu. Bu kadın istediği yerlerde gezip tozardı, kimse de bir şey diyemezdi. Seyir yerlerinde ve Beyoğlu'nda ırz ve namusu hiçe sayacak biçimde dolaşırdı. Şurada burada türlü rezaletler eder oldu..."
Serfiraz Hanım, 19. yüzyılın sonunda İstanbul'un en çok konuşulan kadını olmuştur. Bir aralık Beşiktaş'ta Küçük Fesli diye bilinen bir Ermeni çocuğuna tutulmuş, ona çok para ödemiş, rezaletleri dillere destan olmuş. Yıldız Kasrı'nda bu Ermeni delikanlısıyla gece gündüz birlikte oluyormuş. Bu rezalete dayanamayanlardan bir Hırvat, Beyoğlu'nda Küçük Fesli'yi sıkıştırıp tabanca ile yaralamış, ama öldürememiş. Bunun üzerine, ailesi Ermeniyi Adalara kaçırmışlar. Bir ay sonra dayanamayıp tekrar geri döndüğünde de iki saraylı tarafından Beşiktaş çarşısında dolaşırken öldürülmüş ve bu olay kapanmış.
Serfiraz Hanım, kendisini görmeye gelen Abdülmecid'i kabul etmeyip kızlarağası Salih Ağa'ya: "Serasker Rıza Paşa'dan ruhsat teskeresi almış mı?" diye çıkışıp geri çevirmiş padişahı. Abdülmecid de zorla kapıyı kırıp içeri girmiş ve neden açmadığını sormuş. Serfiraz Kadın'ın yanıtı şöyle:
"Rıza Paşa gibi bir herif bizim edep ve terbiyemize memur olmuş. Bu suretle biz edepsizmişiz demek oluyor. Edepsiz olanlar işte böyle edepsizlik dahi edebilirler!"
Abdülmecid, Serfiraz Hanım'dan çok çekmiş olmalıdır.. Yaşamı boyunca giyinmeye, süslenmeye, eğlenceye ve kadınlara olan düşkünlüğüyle bilinen padişahın Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırdıktan sonra içini bol para harcayarak Avrupa'dan getirttiği eşyalarla doldurduğu ve her an içki içtiği rivayet edilir. İçip içip Çerkes güzellerinin ne âfet kadınlar olduklarını bağıra çağıra herkese anlatırmış. 2. Abdülhamid Han'ın annesi Tîrimüjgan Kadın'ın da bir Çerkes olduğunu, Şapsih kabilesinden geldiğini söylerler. Ancak, bazı tarihçiler bu kadının Esma Sultan'ın çalgıcılarından bir Ermeni oyuncu olduğunu öne sürerler.
2. Abdülhamid yedi yaşındayken annesi ölünce, Abdülmecid oğlunun devamlı ağlamasına dayanamamış. Bir ay geçince, yine bir gece alışkın olduğu üzere içtikten sonra oğluna uzun bir nutuk çekip hırkasının altına sıkıştırdığı gibi dördüncü kadını olan Perestu Kadın'ın dairesine götürmüş. "Bak kadınım, sana güzel bir evlat getirdim" diyerek, Abdülhamid'i hırkasının altından çıkarmış. Kadın Efendiye verip, oğluna "Bundan sonra senin anan budur, öp bakalım elini" demiş. Ancak, "2. Abdülhamid'in Devr-i Saltanatı" adlı eserde, Abülhamid'in analığına kötü davrandığını, "sarayda görevli hademelerle cinsel ilişkide bulunuyor" diye onu Abdülaziz'e şikâyet ettiğini ve bu yüzden Perestu Kadın ile birbirlerine girdiklerini okumaktayız. Kadın, bunun üzerine Nişantaşı'ndaki konağına çekilmiş. Ama, daha sonra barışmışlar.
2. Abdülhamid'in "sübyancılığı" hakkında, Mehmed Reşad'ın başkâtibi Hâlid Ziya Uşaklıgil, o pek ince İstanbul efendisi üslubuyla şöyle bir not düşmüş saray anılarına: "Bu meyanda şehvani heveslerine pek mağlup olduğuna dair türlü hikâyeler işitilen bu hükümdarın diğer emsali gibi kadın, daha doğru bir tabirle 'körpe kız' iptilası zikrolunabilir..." 2. Abdülhamid Han hazretleri son ikbali Saliha Naciye'yi haremine aldığında 62 yaşındaymış, kızcağız da 14'ünde!..
*
Bu arada, diğer padişahların da kadınlarını öldürttükleri de açıkça görülmektedir. Örneğin Kanuni, nöbetine gelmeyen Gülfem Kadın'ı, Fatih, kadınlarından İrene ile Anna'yı, 2. Mahmud Peykidil Kadın'ı öldürtmüştü. 2. Abdülhamid ise bir iftar gecesi Servetsezâ Kadın'ı zehirletmiştir. 3. Murad öldüğünde, ondan hamile kalan yedi cariye, çuvallara konup denize atılarak boğdurulmuş. 3. Mehmed oğlu Mahmud ile birlikte annesini de boğdurtmuştur.
Padişah, istediği kadınlarını geceleri nöbetle kabul ederdi. Nöbetin düzenlenmesi ve uygulanması işiyle Haznedar Ustası uğraşırdı. Nöbet sırası gelen kadınların eğer padişahla birlikte olmak istemediği bir an olursa, başlarına ne geleceğini Kanuni açıkça belirtmiştir. Hürrem Sultan öldükten sonra, kadınları içinde en çok Gülfem Hatun'u severmiş. Artık çok yaşlanan Kanuni'nin bir gece nöbetine her nedense bu hatun gitmek istememiş ve yerine başkasını göndermiş. Kapıdan içeri başka bir kadının girdiğini gören Kanuni, sinirinden sakalı titreyerek yatak odasından, "Bizim yatağımızı beğenmeyen ölür!" diye avazı çıktığı kadar bağırarak Gülfem Hatun'un yazgısını tarif edivermiş hemen.
Sultanlarla evlenen damatlar, başka kadınlarla evlenemezler, cariyelerle düşüp kalkmazlardı. Sultanın sözünden bir santim bile ayrılmazlardı. 1. Ahmed'in kızı, yaşlı Fatma Sultan ile evlenen daha yaşlı Melek Ahmed Paşa, gerdek gecesinde Sultan "otur!" demediğinden sabaha kadar ayakta beklemişti. İyi huylu olsun, geçimsiz olsun, damat bunlara katlanmak zorundaydı. Damat, saray veya konaklara bir içgüveysi gibi girer, bir çeşit sığıntı gibi hayat yaşardı. Karısını boşama hakkı yoktu. Ama, Sultan kocasını beğenmezse ya da geçinemezse hükümdardan izin alarak onu boşardı. Hükümdar da damada çok kızarsa onu damatlıktan attığı olurdu. 5. Murad'ın kızı Hatice Sultan, Naime Sultan'ın kocası Kemalettin Paşa ile sevişince, 2. Abdülhamid, Kemalettin Paşa'yı damatlıktan çıkardı ve Bursa'ya sürdü. Bu rezaleti duymayan kalmadığı halde, Hatice Sultan'ın kocası, eşini boşamaya cesaret edemedi. Bu boşanma ancak 2. Meşrutiyet'ten sonra olabildi ve bu halde bile boşanmayı Hatice Sultan yapmıştı...
5. Murad'ın kızı Hatice Sultan, 31 yaşına kadar hiç kimseyle evlendirilmemiş. Bu yaşa kadar ancak dayanan Sultan, sonunda padişaha bir haber gönderip, "velev ki sarayın haremağalarından birine verilecek olsa bile" bu zindandan kurtulmak istediğini belirtmiş. Gel zaman git zaman, kızın hiçbir kısmeti çıkmamış. Sonunda, 2. Abdülhamid çaresiz kalıp alaydan yetişme, ne idüğü belli olmayan, oldukça çirkin tasvir edilen, uzun boylu, pala bıyıklı sorgu memuru Vasıf Bey adında birine paşalık verip Sultan'ı nikahlamış. Hatice Sultan adamı görünce kızmış, "beni bu adama mı uygun gördü, istemem!" diye huysuzlaşıp eşini yatak odasına almamış, selamlıkta yatırmış. Sonra da komşusu Naime Sultan'ın kocasıyla gizliden sevişmeye başlamış. 5. Murad, bu rezalet duyulduktan bir kaç ay sonra asabî şekerden ölmüş. Hatice Sultan daha sonra da bir eğlence yerinde dolaşırken, kendisinden hayli küçük Rauf Bey adında bir kâtip ile tanışmış ve onunla evlenmiş.
5. Murad'ın diğer kızı olan Fehime Sultan da olaylarıyla ablasından aşağı kalmazmış. Üstelik İstanbul'un işgalinde İngilizlerle epey macera yaşadığı belirtiliyor.
*
Harem'in yöneticileri arasında en çok dikkati çekenler "Haremağaları" ve "Kızlar Ağası"dır. Bunlar, hadım edilmiş siyah ve beyaz erkeklerden oluşurdu. Osmanlı hareminde ilk zamanlarda akağaların fazla, siyah ağaların daha az olduğu sanılmaktadır. Genişleme zamanında, "ak hadımlar" daha çok esirler arasından seçilirdi. Fakat bunlar dayanıksızdılar, üstelik hadım edildikten sonra çoğu ölüyordu. Bunun üzerine "zenci hadımlar"ı denediler. Zenciler genellikle esir tüccarları tarafından Mısır, Habeşistan ve Orta Afrika'dan getiriliyordu. 16. yüzyılın sonlarında, haremde 600-800 kadar hadım olduğu belirtilmektedir.
"Kızlar Ağası" sarayın bütün iç ve Harem halkının başıydı. Derecesi Şeyhülislam'dan ve Sadrazam'dan sonra gelmekteydi. Zenci hadımağaları, 16. yüzyılın ikinci yarısında Harem'in yönetimini ele geçirdiler ve 17.-18. yüzyıllarda devlet yönetimini ellerinde tutacak kadar güçlendiler.
Haremağalarının cariyelerle olan ilişkisini 2. Süleyman zamanında yaşamış olan Silahtar Ağa şöyle anlatır:
"Harem-i Hümâyun'da olan kadınlar ile tavşi (hadım edilmiş) Arap taifesi âşık ve mâşuk olurlardı (sevişirlerdi). Her biri nöbetçi olarak içerde kaldıkça, bazı edepsizlikleri padişah hazretlerinin de malumu olurdu..."
2. Mahmud zamanında, üç ak hadımağasının erkeklik organlarının oluşup geliştiği anlaşılınca, bunlar saraydan uzaklaştırılmıştır. Zenci haremağalarıyla sevişen cariyeler arasında, sonradan çırak edilip satılarak saray dışında normal erkeklerle evlendirilenlerin türlü nedenlerle kocalarıyla geçinemediklerini de görmekteyiz.
Harem'de kadınlararası cinsel ilişkilerin ne denli yaygın olduğu hakkında belgesel bir kanıt yok sayılır. Ancak, Topkapı Arşivi'ndeki 4002 evrak no.lu bir mektup ilginçtir. Bu mektubu Feleksu adlı bir cariye, yaşlıyken evlenen bir hanım sultana yazmıştır.
Eşcinsel ilişkiler yalnız Harem içinde ve kadınlar arasında olmamıştır. Osmanlı toplumunun saraydan halka kadar her kesiminde, padişahtan yeniçeriye kadar her sınıfında eşcinsel ilişkinin varlığı bilinmektedir. Bu konuyu, Harem olayları kadar çeşitli ve zengin olması bakımından, daha sonraki bölümde ele almaya çalışacağız...
Kaynak:
HALÛK AKÇAM
Ropörtaj: A. Sümercan – Arşiv: G. Kazgan
Bravo dergisi, sayı 23-27 – 1983 Mayıs-Eylûl
Comments
Post a Comment